24 Kasım 2016 Perşembe

New York, ABD

Yine gitmek için devamlı olarak uçak biletlerine baktıran ve böbreğimi kaça satarsam yeterli olur diye hesaplar yaptıran bir eyalet: NY.

Gezmesi çok kolay, görülecek yerleri çok fazla, özellikle İstanbul'luysanız sesi ve kalabalıklığı dolayısıyla size hiç yabancılık çektirmeyecek bir yer.

Yabancılık çektirmek demişken, New York'a vardığımızda gezimizin son günleriydi ve yavaş yavaş vatanımın taşı toprağı diye hasret çekmeye başlamıştık ki aklımıza New York'ta Simit Sarayı olduğu geldi. Zaten aç kalınacak bir yer değil ama, illa ki çay içerim diyenler için tanıdık bir seçenek. Bu arada ben gitmedim ama New York'ta Güllüoğlu da varmış.

Hazır yemeklerden konu açılmışken New York'ta ne yenir, ne içilirden başlayayım. Öncelikle neredeyse her köşe başında Starbucks var. Biz genelde kahvaltıyı otelde alıp, arada kahve içtikten sonra öğle yemeğini dışarıda yedik, akşam yemeğini de atıştırmalıklarla geçiştirdik. Bunun için de Wallgreens gibi her yerde olan büyük marketlerden meyve ya da çerez aldık. Bir de çok şanslıyız ki biz oradayken Fransız kültür festivali vardı ve yiyecek ikramı yapılıyordu. Burdan bütün Francophone kardeşlerimi selamlıyorum. :) Onun dışında yemek yemek için McDonalds, Taco Bell, Pizza Hut gibi bir sürü zincir fast food restoranı var. Biz sırf meraktan Chipotle ve In-n-out'u denedik.  (Bu arada In-n-Out sadece California'da varmış. Buraya neden yazdım bilmiyorum. :))Ve son gün, artık gidiyoruz, uçakta uzun saatler bizi bekliyor, güzel bir yerde yemek yiyelim dedik. Times Meydanı'ndaki Olive Garden'da karar kıldık. Çok çokçok çokçoook öneriyorum, her şey çok güzeldi. Ne yerseniz yiyin, memnun kalacağınızı düşünüyorum, çalışanları da çok ilgiliydi.

Tabi ki New York'ta gezilecek yerler bitmez, ancak ben iyi ki gördüm dediğim yerlerden bahsedeceğim. Ben bunu her gittiğim yer için söylüyorum, ama New York için tekrarlıyorum çünkü çok büyük bir yer, kaldığınız yerin merkeze yakın olması, metroya ulaşımın kolay olması çok büyük rahatlık. Şehir zaten caddelere ve sokaklara bölünmüş olduğu için elinizde bir haritayla merak ettiğiniz her yere çok kolay gidebiliyorsunuz. Metro ağı da oldukça geniş ve insanlar trafikten dolayı araba kullanmayı pek tercih etmiyor. Bisikletle düğüne giden insanlar gördük.

Times Square ve çevresi için en azından tam bir gün ayırmak gerektiğini düşünüyorum, ki bizim otelimiz meydana çok yakın olduğu için oldukça fazla zaman geçirme imkanımız oldu.


Meşhur Özgürlük Anıtı, bir adanın üzerinde olduğu için çok fazla yaklaşamıyorsunuz. Biz de bunun için bir "üçkağıt" düşündük :) Staten Island'a giden feribotlar bedava diye duymuştuk, yolculuk boyunca da Özgürlük Anıtı'nın önünden geçiliyor. Sadece Staten Island'a giden feribotların kalktığı limana gitmemiz gerekti. (tık tık) Staten Island'a gidene kadar anıtın önünde bol bol fotoğraf çektik, adaya indikten sonra da vakit kaybetmeden dönüş için diğer feribota bindik, tarifeler de oldukça sık.



New York'ta mutlaka görmeniz gereken başka bir yer de, tabi ki Empire State Building. Burada da özellikle gün batımı saati Halk Ekmek kuyruğunu görmeniz mümkün, o yüzden güneşin batış saatini önceden ayarlayıp en az bir saat önceden gitmeniz gerekebilir. İçeride güzel fotoğraf çekemeseniz bile kendileri çekip sizi fotoşopla manzaranın önüne koyuyorlar.



Kesin görülmesi gereken başka bir yer, tabi ki, Central Park. Sanırım çevrenin çok gürültülü ve kalabalık olması ve hep gökdelenler, yüksek binalarla gökyüzünün kapanmış olmasından dolayı, inanılmaz huzur veren bir ormanlık alan. İçinde faytonlar, koşan insanlar, müzik çalarını getirip tango gösterisi yapanlar, köpeğini gezdirenler ve turistler. Bu kadar çeşit insanı bir arada başka nerede görebilirsiniz, bilmiyorum.





Yoko Ono'nun John Lennon anısına yaptırdığı taş.


11 Eylül kurbanlarının anısına çok güzel bir anıt yapmışlar, kanyon gibi içinden su geçen dev bir boş havuz düşünün, havuzun etrafında da ölenlerin isimleri kazınmış. Eskiden kulelerin olduğu yerde bulunuyor.

Wall Street Caddesi'nin meşhur boğa heykelini de gördük. Boğanın malum yerlerini ellemeniz mi gerekiyormuş, şansınız mı artıyormuş ne.


Alışveriş konusuna girmiyorum bile, çünkü her yer alışveriş merkezi ve sokaklar hep dükkan dolu. Macy's gibi büyük alışveriş merkezlerinde zaten istediğiniz her şeyi bulabilirsiniz, yani bu şehirde aradığınız bulamıyorsanız hiçbir yerde bulamazsınız zaten. O derece.

Bu videoyu da buraya rüyalarınıza girsin diye koyuyorum :)

Yazarken belli oldu mu bilmiyorum ama anlatırken ağzım sulandı resmen, kesinlikle bir daha gitmek istediğim bir yer.

Sevgiler,
BA.

30 Ekim 2016 Pazar

Lesedi Kasabası, Sun City, Johannesburg, Güney Afrika

Bana göre Güney Afrika'da mutlaka görülmesi gereken yerler.

Bugün size gerçekten Afrika'da olduğunuzu hissedeceğiniz, egzotik hayatla ve yerlilerle karşılaşacağınız ve bir daha mutlaka gitmek isteyeceğiniz bir "dünyadan" bahsedeceğim.

Daha önceki bir yazımda (tık tık) Cape Town'un adeta bir Avrupa şehri olduğundan ve hayal ettiğimiz Afrika'dan alakasız bir şehir olduğundan bahsetmiştim. Johannesburg için de aynı şeyi söyleyebilirim, çünkü Johannesburg isminin neden ve nasıl adını duyurduğunu, tur programlarına nasıl girdiğini hiç anlayabilmiş değilim. Gittiğinizde görebileceğiniz tek şey Nelson Mandela'nın yaşarken bir dönem kullandığı evi, ki birçok şehirde evi varmış, oraya da zaten giremiyorsunuz.

Johannesburg'da dikkat çeken bir şey varsa o da neredeyse bütün evlerin yüksek ve elektrikli tellerle çevrili olması. Güvenlik açısından ancak yeterli görülmüş, hatta sokaklarda belli bir saatten sonra kesinlikle gezmemenizi söylüyorlar. Mandela Square adını verdikleri bir meydan var, bu meydanda istediğiniz gibi yeme ve alışveriş yerleri bulabiliyorsunuz. Zaten şehir küçük olduğu için çoğu yere yürüyerek, hava kararmışsa da taksiyle gitmek mümkün.

Şimdi gelelim heyecanlı kısma. Lesedi Kasabası, yani yerli hayatı göstermek için kurdukları aslında yapay bir kasaba. Şehirden uzakta ve oldukça sapa bir yerde, bu yüzden yerel turlarla ulaşmak daha mantıklı olacaktır. İçinde sizi gezdirecek ve bir zamanlar yaşanmış vahşi hayatı anlatacak yerli kıyafeti giymiş kişiler var, evleri, bahçeleri de eski usule uygun düzenlenmiş. Mesela yemek yapılan yere girerken, komşunuzun evine giderken bile girmeden söylemeniz gereken bir şarkı var. Bu şekilde içerideki kişiden izin istiyorlar.


Kasabanın içerisinde yöresel yemekleri tadabileceğiniz bir restoranları var. Timsah eti vardı. :( Merak edenin deneyebileceği temiz bir yer.

Yemekten sonra size yöresel danslarını sergiledikleri bir de şov hazırlamışlar. Yarım saat kadar sürüyor ve gerçekten ilgi çekici. Kendi hayatlarını, savaşlarını anlatıyorlar tabi ama maalesef dillerini bilmediğimizden tamamını anlayamadık.




Lesedi'den sonra yaklaşık 5 saatlik bir yolculukla Sun City şehrine vardık. Sun City çölün üzerine kurulmuş ve sadece hotellerden oluşan bir şehir. Aynı Las Vegas gibi, insanlar eğlenmeye ve kumar oynamaya gidiyor. Doğma büyüme yerli gibi bir kavram yok.

Şehirde sadece hoteller olduğu için de normal araba kullanan yok. Hotellerin hepsinin shuttle servisleri var ve istediğiniz yere her zaman götürüyorlar.

Şehirde hayvanların doğal ortamını göreceğiniz çok büyük bir "park" var. (tık tık) Park dediysem hayvanat bahçesi tadında sonradan yapılmış bir şey değil, sadece önüne gelen girip hayvanları ürkütmesin, ya da bir tehlikeyle karşılaşmasın diye etrafı çevrilmiş ve sadece safari araçlarıyla girilebiliyor. Bu safari araçları 15-20 kişilik ve bütün hoteller turu ayarlamak için yardımcı oluyormuş.

Öncelikle hayvanları korkutmamak için sessiz olmanız, araba içinde ayağa kalkmamanız, heyecanlı tepkiler vermemeniz konusunda sizi uyarıyorlar.

Turun gece yarısı çıkılanı da var, sabahın erken saatleri ve öğleden sonra olanı da. Sabahın erken saatlerinde hayvanlar dışarıda oluyor ve 5'te 5'i görebiliyorsunuz. (5'te 5: aslan, fil, leopar, gergedan ve manda). Ancak sabah saatleri çok soğuk ve karanlık oluyor.
Turun saat 10'da olanı ise hava sıcaklığı ve ışık açısından daha iyi, ancak hayvanların sadece 5'te 3'ünü görebiliyorsunuz.
Turun bir de saat öğleden sonra 4 gibi yapılanı var, burada da tabi ki 5'te 5'in garantisi yok, ancak sabah saatlerinde yapmayı istemezseniz, bu da bir seçenek.
Bana kalırsa en iyisi, 2 kere safariye gitmek.

Afrikan hayvanları tabi ki 5 büyüklerden oluşmuyor, biz bu hayvanların dışında su aygırı, zürafa, domuz, ceylan, kaplan ve şu an aklıma gelmeyen bir çok hayvan gördük.



Bu arada Sun City'de kaldığımız hotel hayatımda kaldığım en iyi hoteldi sanırım, hotelin linki için tık tık. Odaların, yemeklerin ve çalışanların muhteşemliğinden bahsetmeye başlarsam yazı uzar gider, o yüzden kısaca birkaç şey söyleyebilirim. Bence bizdeki kış aylarında yaz tatili yapmak için mükemmel bir şehir. Şehir çöl olduğu için eğlence anlamında ne yapabiliyorlarsa yapmışlar. Deniz olmadığı için dalga havuzuyla yapay sahil bile yapılmış.



Otelin alt kattaki odaları direkt olarak bir ormana açılıyor ve kapınızı açıp bir babunla karşılaşma ihtimaliniz var. İlk duyduğumda "keşke karşılaşsak" demiştim ancak korkunca agresifleşebiliyorlarmış. Ve tabi ki, babunla karşılaşma ihtimaliniz sadece bizim kaldığımız hotel için geçerli değil.


Bir daha kesinlikle gitmek ve tekrar safariye çıkmak istiyorum. Size de çokçokçok öneriyorum.

Sevgiler,
B.









28 Eylül 2016 Çarşamba

Cape Town, Güney Afrika

Merhaba! Bugün yine bayılarak gezdiğim yerleri anlatırken "ah niye orda değilim şu an" diye ağladığım bir ülkeden bahsedeceğim.

Güney Afrika, Afrika'nın en gelişmiş ülkelerinden biri. Keza Cape Town da Afrika'nın en gelişmiş şehirlerinden biri. Öyle ki, sanki bir Avrupa şehri.

Şehrin büyük bir çoğunluğu siyahi. Ve maalesef azınlık beyaz halk yüksek mertebelerde. Irkçılık eskisine göre oldukça azalmış, ancak yine de var.

Çalışanların güler yüzünü, yardımseverliğini size ne kadar anlatsam az. Aynı şeyi bir de Tayland'da görmüştüm. Turistlere inanılmaz bir misafirperverlik var.


Gelelim Cape Town'da gezilecek yerlere... Cape Town'a Afrika'nın egzotik, vahşi yaşamını görmeye geldiyseniz yanlış yerdesiniz. Kırsal hayatı, vahşi hayvanları ve yerlileri gördüğüm Afrika'yı başka bir postumda anlatacağım.

Öncelikle size Ümit Burnu'ndan bahsetmek istiyorum. Yani Cape of Good Hope. Buranın Afrika'nın en güneyi olduğu şeklinde yanlış bir algı var.

Bu burun keşfedildiğinde, kaşif adını Ümit Burnu koymamış. Ancak daha sonra ülkesine dönüp krala anlattığında, bu yeni keşfin Afrika'nın önemini arttıracağına inandıkları için Ümit Burnu ismini vermiş.


Biraz da Cape Town'da yaşayan tatlış hayvanlardan bahsetmek istiyorum. Ben hayvanat bahçesi kültürüne biraz karşı olduğum için hayvanları doğal ortamında görmem mümkünse onu tercih ediyorum. Burada da doğal ortamında kürklü fok balıklarını ve penguenleri gördük.

Fok balıklarının kürklerinin ıslanıp hiç kurumamasından mıdır bilmem, inanılmaz kötü bir kokuları var. Resmen hayvanları kokularından bulabilirsin. O kadar keskin ve yoğun.


Penguenler ise bizim kutuplarda yaşadığını bildiğimiz penguenlerden görüntü olarak biraz farklı. Bunların boyları daha kısa ve deri yapıları daha farklıymış.


Cape Town'da mutlaka görülmesi gereken bir de Masa Dağı var. Şekli bir masaya benzediği için bu isim konmuş. Kapalı havalarda üzerine bulut oturunca da "masanın üstü örtüldü" derlermiş. Yukarıya kadar çıkan teleferikler var. Yukarısı biraz soğuk oluyor ancak manzarası için değer. Bütün Cape Town ayaklarınızın altında ve denizin, yeşilin rengi o kadar derin ki sanki fotoşopla kontrastı arttırmışsınız.



Biz bayramı Güney Afrika'da geçirdiğimiz için bayramın ilk günü Bo Kaap adındaki Müslüman mahallesine gittik. Çocuklara şeker verdik, insanlarla bayramlaştık. Görünüşümüzden dolayı önce Müslüman olduğumuzu düşünmediler ancak selamlaşıp bayramlaştıktan sonra çok sıcak davrandılar.


Cape Town'la ilgili bahsetmek istediğim son yer ise tabi ki bir alışveriş merkezi. Waterfront alışveriş merkezi (linki için tık), tam marinaya kurulmuş, yemek yerleri ve dükkanları oldukça fazla bir yer. Pazarlık payı buralarda olmadığı için hediyelik eşya için ideal değil ama yemek yerleri oldukça çeşitli. Özellikle Ocean Basket isimli zincir restoranı ve macera yaşamam, sevdiğim tadı istiyorum diyorsanız da The Greek Fisherman'ı çok öneriyorum.

Hediyelik eşya olayı için sizi her açıdan tatmin edecek bir pazar var, Green Market Square. Pazarlıkta çok iyi olmanıza gerek yok, sizi biraz tereddütlü gördüler mi hemen fiyatları indiriyorlar. Biz almaya niyetlendiğimiz masa örtüsü, biblo, tablo gibi şeyleri yarı fiyatından bile daha ucuza aldık.

Pazarlık demişken, taksicilerle bile pazarlık yapılabiliyor, çünkü taksimetresiz çalışıyorlar. Çok ucuza istediğiniz yere gidebiliyorsunuz.

Olur da bu yazımı Cape Town'a gitmeden önce okumuşsanız, bana özelden ulaşırsanız size çok iyi bir rehber tavsiyesi verebilirim. Kendisi Türk ve senelerdir orada yaşıyor, makul fiyatlara istediğiniz turları size oluşturuyor.

Sevgiler,
B.

7 Eylül 2016 Çarşamba

Gümülcine, Yunanistan

Şu ana kadar yazdıklarımdan en heyecanlandıran şehir ve ülke, çünkü burası benim memleketim! Bu yüzden de yaşadığım şehirden sonra en çok bulunduğum, en sık ziyaret ettiğim, dolayısıyla da en iyi tanıdığım bölge diyebilirim.


Benim aklımda nedense buradan bahsetmek yoktu, ancak bir seyahat yazısında Gümülcine'yi görünce merak uyandırabileceğini düşündüm, bir de benim gözümden görün istedim. O yazı için de Tık Tık

Yunanistan, bana göre, sadece memleketim olduğu için söylemiyorum, Türklerin kendini hiç yadırgamadan yaşayabileceği nadir ülkelerden biri. Nüfusun hatırı sayılır bir kısmının Türk olması, kültürümüzün, geleneklerimizin, mutfaklarımızın birbirine çok yakın olması en büyük etkenler.

Gelelim Gümülcine'ye. Yunanistan denince akla gelen şehirlerden kesinlikle değil.

Şu an Gümülcine'de yaşayan 50 bini aşkın kişi var. Oldukça küçük bir şehir. Gümülcine'nin Yunancası; Komotini. Gümülcine isminin de Kömürcü Nine'den geldiği düşünülüyor.

Türk nüfusu çok fazla olduğu için Yunanistan'da olduğunuzu bile anlamayabilirsiniz. Sadece tabelaların Yunanca olması size farklı gelecektir.

Diyelim Gümülcine'ye gitmeye karar verdiniz, tabi ki birden fazla seçenek var. Uçak kullanarak Alexandroupolis, yani Dedeağaç şehrine inip, yarım saat otobandan devam ederek Gümülcine'ye ulaşabilirsiniz. Bence şimdi söyleyeceğim seçenek hem daha hızlı, hem de daha mantıklı: arabanızla İpsala Hudut Kapısı'ndan çıkarak yaklaşık 45 dakika otobandan devam edeceksiniz. Sınırı geçtikten sonra Gümülcine'nin içine varmanız 1 saati anca bulur.

Peki Gümülcine'de gezilecek yerler nereleridir? Yılın hangi vakti daha eğlenceli olur?

Mevsim olarak da Marmara bölgesi iklimine çok yakın olduklarını, ancak kışları daha sert geçirdiklerini söyleyebilirim. Benim Gümülcine'yi en sevdiğim zamanlar ilkbahar ve sonbahar ayları.

Ayrıca, gitmeden resmi tatillerini kontrol etmekte fayda var çünkü Yunanlılar her fırsatı kendilerine tatil olarak çevirmeye bayılırlar. Öğleden sonra açık yer bulamazsınız mesela. Resmi kurumlar da dahil, herkes belli bir saate kadar çalışır. Pazarları marketler bile kapalı olur.

Gümülcine'de yaşayan Türk fazla olduğu için de rahatlıkla, bu yediğim domuz muydu martı mıydı diye düşünmeden doyabileceğiniz yerler mevcut. Bir dönerci var ki sırf bunun için kalkıp gidilir. Yunanistan'da et fiyatları daha uygun olduğu için sanıyorum, efsane dönerler ve lahmacunlar yapıyorlar. İçerde çalışanlar da Türk. Kendi sitelerinin linkini bırakıyorum, zaten yeri de inanılmaz kolay. Tık tık

Yemek yedim, bir de kahve içeyim derseniz, çok doğru bir şehirdesiniz. Gümülcine'nin Platia denen meydanındaki kafelerde Frape içmenizi öneririm.


Yok ben Frape içmek istemem, Türk kahvesi isterim derseniz, Yunanlar'ın Yunan kahvesi dedikleri şey bizim Türk kahvemizle aynı.

Yok o da olmaz, ben Yunan elinden içmem derseniz, Çukur Kahve isminde çok minnoş bir Türk kahvehanesi var.


Yunanistan'ın Kavala kurabiyesi son zamanlarda popülerliğini arttırdı. Yemek için de Kavala'ya gitmenize gerek yok :) Yine meydana yakın Nedim Pastanesi'nden un kurabiyesi, cevizli sucuk, lokum gibi bir çok tatlıya ulaşabilirsiniz. Tık Tık

Gümülcine'nin her cumartesi pazarı olur. Cıvıl cıvıl, neredeyse aradığınız her şeyi bulabileceğiniz, bizim pazarlarımızdan çok da farkı olmayan cinsten. Eğer buralara uğrama imkanınız olursa, kendinize frape makinesi almanızı öneririm. Ben makineyle uğraşamam derseniz, marketlerde tek kullanımlık frape bardakları satılıyor. Çalkalayarak kendiniz yapıyorsunuz.

Alışveriş yapmak için çok seçenek yok. Meydandan biraz uzakta, Cosmopolis diye bir alışveriş merkezleri var. Zara, Berska, H&M gibi mağazaları ben ilk burada görmüştüm. Tık tık

Size biraz da orada yaşayan Türklerden bahsetmek istiyorum. Türklerin kendilerine ait camileri, okulları, bakkalları, dükkanları hatta köyleri var. Türk halkın çoğu da köylerde yaşıyor.



Yunan hükümeti evlere ikinci katın çıkılmasına izin vermiyor. O yüzden de evler hep tek katlı.


Bu da babaannem :)

Gümülcine'ye bir daha gider misin diye soracak olursanız, zaten istesem de istemesem de, malum :) 

Sevgiler,
B.

4 Ağustos 2016 Perşembe

THE TRAVEL TAG

1. Where are you from in the world? Nerelisin?
I was born in İstanbul, Turkey but we immigrated from Greece. %70 of my family still live there.
İstanbul, Türkiye doğumluyum ancak Yunanistan göçmeniyim, akrabalarımın % 70'i hala Yunanistan'da yaşıyor diyebilirim.
2. Have you been overseas? When/Where? Dünyada nereleri gezdin, ne zaman gezdin?
I have been traveling since I was a baby. I don't know the exact number but I have been to 25 to 30 countries, first one being Greece.
Bebekliğimden beri geziyorum diyebilirim. :) Tam sayısını bilmiyorum ancak ilki Yunanistan 25-30 arası ülke gezdim.
3. Do you prefer summer or winter? Why? Yaz mı kış mı? Neden?
Winter! I don't really like hot weather.
Kış! Sıcaktan pek hoşlanmıyorum.
4. Summer or winter fashion? Yaz modası mı, kış modası mı?
Both!
İkisi de!
5. Where is somewhere you would love to travel to? Seyahat etmek istediğin bir yer var mı?
Of course! Latin America, India, Japan and Indonesia are the first ones to come my mind.
Tabi ki! Latin Amerika, Hindistan, Hindistan ve Endonezya ilk aklıma gelenler.
6. Name your essential makeup items for the beach. Plajda olmazsa olmazın nedir?
Sunscreen.
Güneş kremi.
7. Are you currently saving up for a trip? Şu an bir gezi için para biriktiriyor musun?
No. Because we already paid and planned :)
Hayır. Çünkü plan ve ödemeyi çoktan yaptık :) 
8. Do you like/dislike travelling? Gezmeyi seviyor musun?
I LOVE IT. 
ÇOK SEVİYORUM.
9. Name a place in the world you would love to shop. Alışveriş yapmak istediğin bir yer?
Outlet shops in Las Vegas.
Las Vegas'taki outlet mağazalar.
10. Who is your favourite beauty guru and where do they live? En sevdiğin güzellik gurusu kim ve nerede yaşıyor?
easyNeon- Moldova
Tanya Burr- UK
Chloe Morello- Australia
Kathleen Lights- USA
chlothesencounters- USA
sunbeamsjess- UK
Samantha Maria- UK
sunkissalba- USA
11. What accent in the world is your favourite to hear? Duymayı en sevdiğin aksan hangisi?
French and Greek
Fransız ve Yunan
12. How many countries have you visited? Kaç ülkeye gittin?
25 to 30, I think.
25 30 arası.
13. Why do you travel? Neden seyahat ediyorsun?
My family is obsessed with traveling, so am I.
Ailem de ben de seyahat etmeye bayılıyoruz.
14. Favourite city or country? En sevdiğin ülke ya da şehir?
Florence, London and Istanbul.
Floransa, Londra ve Istanbul.
15. Most memorable experience abroad? Seyahatteyken yaşadığın en iyi deneyim?
I can't choose a specific moment.
Tek bir an seçemiyorum. 
16. Best item purchased abroad? Yurtdışından satın aldığın en iyi şey?
For every country that I visit I try to buy a charm for my Pandora bracelet that will remind me of that place. 
Gittiğim şehirlerden bana o yeri hatırlatacak bir Pandora charm'ı alıyorum.
17. Advice for those who want to travel but think they can't? Seyahat edemeyeceklerini düşünenler için ne önerirsin?
Once you start traveling, you will love it and ask yourself how the heck you have not done this before!
Bir kere seyahate çıktıktan sonra o kadar çok seveceksiniz ki bunu nasıl daha önce yapmamışım diyeceksiniz!
18. Travel accessory you always pack? Her zaman yanına aldığın bir aksesuar?
Headphones. 
Kulaklık.
19. Can you recite your passport # from memory? Pasaport numaran ezberinde mi?
Nope. 
Hayır.
20. Preferred method of travel: planes, trains or automobiles? Tercih ettiğin seyahat yolu: uçak, tren, araba?
Planes. 
Uçak.
21. Top 3 Travel items? En önemli 3 seyahat eşyası?
Camera, sunglasses and dictionary. Fotoğraf makinesi, güneş gözlüğü ve sözlük.
22. Hostel or hotel? Pansiyon mu hotel mi?
Depends. Değişir.
23. Are you a repeat visitor or do you explore new places? Aynı yerleri tekrar görmeyi mi istiyorsun, yoksa yeni yerler keşfetmek mi?
There are some places that I absolutely want to revisit, but I want to explore new places most of the time. 
Tekrar kesinlikle görmek istediğim yerler var, ancak genelde yeni yerler keşfetmek istiyorum.
24. Do you read up on your destination for culture, history or safety or do you wing it? Geziye gitmeden bölgenin kültürü, tarihi ve güvenliğiyle ilgili okuyup araştırmayı mı yoksa oraya gittiğinde karar vermeyi mi seçiyorsun?
I am always looking for new places to visit, so I like to read before the trip. 
Her zaman gitmeyi istediğim yerleri araştırdığım için gitmeden önce okumuş oluyorum.
25. Favourite travel websites? En sevdiğin gezi siteleri?
Tumblr, some travel blogs and Guardian Travel.
Tumblr, bazı gezginlerin blogları ve Guardian Travel.
26. Where would you recommend a friend to visit? City and why? Bir arkadaşına gitmesi için bir şehir ya da ülke önerecek olsaydın nereyi önerirdin? Neden?
Florence for culture, Sharm El Sheik for fun, Prague for romance and Las Vegas for shopping. :) 
Kültür için Floransa, eğlence için Sharm El Sheik, romantizm için Prag, alışveriş için Las Vegas :)
27. You're leaving tomorrow, money is no option, where are you going? Yarın yola çıkabiliyor olsan ve para sorun olmasa nereye giderdin?
Bali!
28. Favourite landmark you have visited? Bu zamana kadar gittiğin favori nokta?
Juliet's house, Verona, Italy. 
Juliet'in evi, Verona, İtalya.
29. Beach holiday or travel/explore holiday? Deniz tatili mi, kültür turu mu?
I love and choose both but the satisfaction that travel/explore holiday gives is priceless!
İkisini de seviyor ve tercih ediyorum ancak kültür turunun verdiği tatmin paha biçilemez!
30. To travel is to... Seyahat etmek...
Live! 
Yaşam biçimi!

1 Temmuz 2016 Cuma

Zagreb, Hırvatistan

Avrupa’da minik bir ülkenin minik başkenti. Hatta o kadar minik ki Hırvatistan’a gideceksen Zagreb’e gitme, Dubrovnik’e git sözü çok söylendi. Dubrovnik daha turistik ve sahil kenti olduğu için daha cazip gelebilir.

Yalan yok, ben de gittikten sonra acaba bir günlüğüne Dubrovnik’e mi geçsem diye düşünmüştüm. Ancak tren yok, otobüs yolcuğu da 10 saatten fazla sürüyormuş. İlla başka bir yere de gitmek istiyorum derseniz Slovenya’ya geçmek daha kolay.

Zagreb’de 3 gün kaldık. Bu süre de bize fazlasıyla yetti. Her yere yürüyerek gidebilirsiniz, havaalanı dışında. Havaalanına giden otobüslerin kalktığı bir otogar var, bir tek oraya taksiyle gittik. Onun dışında yağmur yağmasına rağmen her yere yürüyebildik.

Taksileri de bizim yaptığımız gibi yoldan çeviremiyoruz, mutlaka duraktan çağırmak gerekiyor. Durakları da bizimki gibi değil, özelleştirilmiş şirketler şeklinde. Çok memnun olunmayan şirketler varmış mesela. Bu şirketleri taksilerin renklerinden anlayabiliyorsunuz.

Her Avrupa başkentinde olduğu gibi orta nokta sayılabilecek bir meydanları var. Bu meydandan yola çıkarak kafelere, müzelere, alışveriş merkezlerine ulaşabilirsiniz. Kendi paralarını, markalarını öyle bir korumaya almışlar ki yabancı marka neredeyse hiçbir yerde yok. Bu yüzden marketlerde, kafelerde, dükkanlarda İngilizce yazılar da yok. İşin asıl kötü yanı da insanlar İngilizce konuşmuyor. Turiste kapalı bir şehir diyebiliriz.

Meydanın arkasından sadece bir firmanın yaptırdığı modern görünümlü bir yapı var. Resmen bütün halk o yapıdan nefret ediyor, kimse oraya yakıştığını düşünmüyor. 

Meydandan içeri doğru girilen ara sokaklarda müzeler, kiliseler ve açık alanlar oldukça fazla. Bu müzeleri gösteren oklar yapmışlar ve neyse ki orada İngilizcesi yazıyor. :) 


Meydanın bir tarafında merdivenleri göreceksiniz. Bu merdivenlerden ilerledikçe karşınıza bir Pazar çıkacak. Sebze-meyveden hediyelik eşyaya kadar çoğu şeyi bulabileceğiniz, çok tatlı bir semt pazarı.
Yine meydandan ayrı bir sokaktan içeri girerek ulaşabileceğiniz Museum of Broken Relationships’i mutlaka görmenizi öneriyorum. İçerik olarak çok özgün bir müze, zaten tescilliymiş. TIK TIK

Meydanda merdivenleri arkanıza alarak dümdüz ilerlerseniz şehrin daha resmi bir kısmına ulaşıyorsunuz. Burada konsolosluklar, eskiden saray olarak kullanılmış müzeler, botanik bahçesi ve büyük bir parkları var. Son gün bir pastaneden kendimize yiyecek bir şeyler alıp bu parkta piknik yapmıştık, çok keyifli olmuştu.

Yemek konusuna gelecek olursak, aç kalmazsınız, ancak çok iyi doydum da demezsiniz. Çünkü etrafta restorandan ziyade kafe ve pastaneler var. Biz bu yüzden çoğu zaman kahvaltılık şeyler yemiştik, son gün güzel bir restorana gidelim dedik, o da diğer günlere göre biraz daha para harcamamıza sebep oldu.



Meydandan çok ayrılmayayım derseniz, orada da tabi ki girebileceğiniz alışveriş mağazaları ve kafeler var.
Yürüyüş mesafesinden uzakta olan güzel alışveriş merkezleri de var ama biz sadece 2 günümüz olduğu için alışveriş merkezine gitmemeye karar verdik.


Bence yeşiline ve kendini kapitalizmden koruyabilmesine hayran olacağınız bir şehir. Bir daha gitmeyi şimdilik düşünmüyorum. Ancak Dubrovnik hala aklımın bir köşesinde duruyor. :)

Sevgiler,

B.