Bugün size gerçekten Afrika'da olduğunuzu hissedeceğiniz, egzotik hayatla ve yerlilerle karşılaşacağınız ve bir daha mutlaka gitmek isteyeceğiniz bir "dünyadan" bahsedeceğim.
Daha önceki bir yazımda (tık tık) Cape Town'un adeta bir Avrupa şehri olduğundan ve hayal ettiğimiz Afrika'dan alakasız bir şehir olduğundan bahsetmiştim. Johannesburg için de aynı şeyi söyleyebilirim, çünkü Johannesburg isminin neden ve nasıl adını duyurduğunu, tur programlarına nasıl girdiğini hiç anlayabilmiş değilim. Gittiğinizde görebileceğiniz tek şey Nelson Mandela'nın yaşarken bir dönem kullandığı evi, ki birçok şehirde evi varmış, oraya da zaten giremiyorsunuz.
Johannesburg'da dikkat çeken bir şey varsa o da neredeyse bütün evlerin yüksek ve elektrikli tellerle çevrili olması. Güvenlik açısından ancak yeterli görülmüş, hatta sokaklarda belli bir saatten sonra kesinlikle gezmemenizi söylüyorlar. Mandela Square adını verdikleri bir meydan var, bu meydanda istediğiniz gibi yeme ve alışveriş yerleri bulabiliyorsunuz. Zaten şehir küçük olduğu için çoğu yere yürüyerek, hava kararmışsa da taksiyle gitmek mümkün.
Şimdi gelelim heyecanlı kısma. Lesedi Kasabası, yani yerli hayatı göstermek için kurdukları aslında yapay bir kasaba. Şehirden uzakta ve oldukça sapa bir yerde, bu yüzden yerel turlarla ulaşmak daha mantıklı olacaktır. İçinde sizi gezdirecek ve bir zamanlar yaşanmış vahşi hayatı anlatacak yerli kıyafeti giymiş kişiler var, evleri, bahçeleri de eski usule uygun düzenlenmiş. Mesela yemek yapılan yere girerken, komşunuzun evine giderken bile girmeden söylemeniz gereken bir şarkı var. Bu şekilde içerideki kişiden izin istiyorlar.
Yemekten sonra size yöresel danslarını sergiledikleri bir de şov hazırlamışlar. Yarım saat kadar sürüyor ve gerçekten ilgi çekici. Kendi hayatlarını, savaşlarını anlatıyorlar tabi ama maalesef dillerini bilmediğimizden tamamını anlayamadık.
Şehirde sadece hoteller olduğu için de normal araba kullanan yok. Hotellerin hepsinin shuttle servisleri var ve istediğiniz yere her zaman götürüyorlar.
Şehirde hayvanların doğal ortamını göreceğiniz çok büyük bir "park" var. (tık tık) Park dediysem hayvanat bahçesi tadında sonradan yapılmış bir şey değil, sadece önüne gelen girip hayvanları ürkütmesin, ya da bir tehlikeyle karşılaşmasın diye etrafı çevrilmiş ve sadece safari araçlarıyla girilebiliyor. Bu safari araçları 15-20 kişilik ve bütün hoteller turu ayarlamak için yardımcı oluyormuş.
Öncelikle hayvanları korkutmamak için sessiz olmanız, araba içinde ayağa kalkmamanız, heyecanlı tepkiler vermemeniz konusunda sizi uyarıyorlar.
Turun gece yarısı çıkılanı da var, sabahın erken saatleri ve öğleden sonra olanı da. Sabahın erken saatlerinde hayvanlar dışarıda oluyor ve 5'te 5'i görebiliyorsunuz. (5'te 5: aslan, fil, leopar, gergedan ve manda). Ancak sabah saatleri çok soğuk ve karanlık oluyor.
Turun saat 10'da olanı ise hava sıcaklığı ve ışık açısından daha iyi, ancak hayvanların sadece 5'te 3'ünü görebiliyorsunuz.
Turun bir de saat öğleden sonra 4 gibi yapılanı var, burada da tabi ki 5'te 5'in garantisi yok, ancak sabah saatlerinde yapmayı istemezseniz, bu da bir seçenek.
Bana kalırsa en iyisi, 2 kere safariye gitmek.
Afrikan hayvanları tabi ki 5 büyüklerden oluşmuyor, biz bu hayvanların dışında su aygırı, zürafa, domuz, ceylan, kaplan ve şu an aklıma gelmeyen bir çok hayvan gördük.
Sevgiler,
B.
Bu Mayo Clinic'ten genel bir mesajdır ve böbrek satın almakla ilgileniyoruz, eğer bir böbrek satmak istiyorsanız, lütfen aşağıdaki e-posta adresimizden doğrudan bizimle iletişime geçin.
YanıtlaSilmayocareclinic@gmail.com
Not: Bu güvenli bir işlemdir ve güvenliğiniz garanti edilir.
Daha fazla bilgi için lütfen bize bir e-posta mesajı gönderin.