1 Temmuz 2016 Cuma

Zagreb, Hırvatistan

Avrupa’da minik bir ülkenin minik başkenti. Hatta o kadar minik ki Hırvatistan’a gideceksen Zagreb’e gitme, Dubrovnik’e git sözü çok söylendi. Dubrovnik daha turistik ve sahil kenti olduğu için daha cazip gelebilir.

Yalan yok, ben de gittikten sonra acaba bir günlüğüne Dubrovnik’e mi geçsem diye düşünmüştüm. Ancak tren yok, otobüs yolcuğu da 10 saatten fazla sürüyormuş. İlla başka bir yere de gitmek istiyorum derseniz Slovenya’ya geçmek daha kolay.

Zagreb’de 3 gün kaldık. Bu süre de bize fazlasıyla yetti. Her yere yürüyerek gidebilirsiniz, havaalanı dışında. Havaalanına giden otobüslerin kalktığı bir otogar var, bir tek oraya taksiyle gittik. Onun dışında yağmur yağmasına rağmen her yere yürüyebildik.

Taksileri de bizim yaptığımız gibi yoldan çeviremiyoruz, mutlaka duraktan çağırmak gerekiyor. Durakları da bizimki gibi değil, özelleştirilmiş şirketler şeklinde. Çok memnun olunmayan şirketler varmış mesela. Bu şirketleri taksilerin renklerinden anlayabiliyorsunuz.

Her Avrupa başkentinde olduğu gibi orta nokta sayılabilecek bir meydanları var. Bu meydandan yola çıkarak kafelere, müzelere, alışveriş merkezlerine ulaşabilirsiniz. Kendi paralarını, markalarını öyle bir korumaya almışlar ki yabancı marka neredeyse hiçbir yerde yok. Bu yüzden marketlerde, kafelerde, dükkanlarda İngilizce yazılar da yok. İşin asıl kötü yanı da insanlar İngilizce konuşmuyor. Turiste kapalı bir şehir diyebiliriz.

Meydanın arkasından sadece bir firmanın yaptırdığı modern görünümlü bir yapı var. Resmen bütün halk o yapıdan nefret ediyor, kimse oraya yakıştığını düşünmüyor. 

Meydandan içeri doğru girilen ara sokaklarda müzeler, kiliseler ve açık alanlar oldukça fazla. Bu müzeleri gösteren oklar yapmışlar ve neyse ki orada İngilizcesi yazıyor. :) 


Meydanın bir tarafında merdivenleri göreceksiniz. Bu merdivenlerden ilerledikçe karşınıza bir Pazar çıkacak. Sebze-meyveden hediyelik eşyaya kadar çoğu şeyi bulabileceğiniz, çok tatlı bir semt pazarı.
Yine meydandan ayrı bir sokaktan içeri girerek ulaşabileceğiniz Museum of Broken Relationships’i mutlaka görmenizi öneriyorum. İçerik olarak çok özgün bir müze, zaten tescilliymiş. TIK TIK

Meydanda merdivenleri arkanıza alarak dümdüz ilerlerseniz şehrin daha resmi bir kısmına ulaşıyorsunuz. Burada konsolosluklar, eskiden saray olarak kullanılmış müzeler, botanik bahçesi ve büyük bir parkları var. Son gün bir pastaneden kendimize yiyecek bir şeyler alıp bu parkta piknik yapmıştık, çok keyifli olmuştu.

Yemek konusuna gelecek olursak, aç kalmazsınız, ancak çok iyi doydum da demezsiniz. Çünkü etrafta restorandan ziyade kafe ve pastaneler var. Biz bu yüzden çoğu zaman kahvaltılık şeyler yemiştik, son gün güzel bir restorana gidelim dedik, o da diğer günlere göre biraz daha para harcamamıza sebep oldu.



Meydandan çok ayrılmayayım derseniz, orada da tabi ki girebileceğiniz alışveriş mağazaları ve kafeler var.
Yürüyüş mesafesinden uzakta olan güzel alışveriş merkezleri de var ama biz sadece 2 günümüz olduğu için alışveriş merkezine gitmemeye karar verdik.


Bence yeşiline ve kendini kapitalizmden koruyabilmesine hayran olacağınız bir şehir. Bir daha gitmeyi şimdilik düşünmüyorum. Ancak Dubrovnik hala aklımın bir köşesinde duruyor. :)

Sevgiler,

B.